18 Nis 2013

Antartika’da Vostok Gölünde 15 Milyon Yıllık Bakteri Bulundu

 
     Rus araştırmacıların geçtiğimiz yılın başlarında sondajla ulaşmayı başardığı Antarktika’nın 15 milyon yıllık Vostok Gölü’nde, bugüne kadar eşine rastlanmamış bir bakteri bulunduğu açıklandı. Buz tabakanın yaklaşık 3800 metre altında yer alan bakteri, 15 milyon yıldır dış dünyadan izole bir şekilde yaşıyordu.
Rus araştırmacılar, Şubat 2012’de tamamlanan sondaj çalışmasında, Antarktika’nın en büyük yeraltı gölü olan 3769 metre derinlikteki Vostok Gölü’ne ulaşmayı başarmıştı. Rus bilim insanları, gölden alınan numunelerde, bugüne kadar Dünya’da izine başka bir yerde rastlanmamış bir canlı türü bulduklarını belirtti.
RIA Novosti haber ajansına açıklama yapan St. Petersburg Fizik Enstitüsü’nden Sergei Bulat, “Bulduğumuz bakterinin bugüne kadar tanımlanmamış olduğunu belli bir sınıfı bulunmadığını söyleyebilirim” dedi.
Bakterinin DNA’sı üzerinde yapılan analizler, canlının genetik yapısının yüzde 86’sının, bilinen bakterilerden farklı olduğunu ortaya koydu. Bulat, elde edilen bulguların, ‘bakterinin yeni bir canlı türü olduğuna işaret ettiğini’ söyledi.

YENİ NUMUNELER TOPLANACAK
Sahip olduğu jeolojik özellikler sayesinde Jüpiter’in uydusu Europa ile Satürn’ün uydusu Enceladus’un coğrafi özelliklerini anlamak için de büyük önem taşıyan Vostok Gölü, milyonlarca yıl boyunca çok farklı jeo-kimyasal süreçlerden geçti. Üzerindeki buzul tabakası, Vostok Gölü’nün en azından 400 bin yıllık bir paleoiklim süreçten geçtiğini ortaya koyarken, bilim insanları gölde bugüne kadar izine rastlanmamış canlı türleri bulunabileceğini belirtmişti.
Rus araştırmacılar, ‘bilinmeyen bakterinin’ bulunmasının ardından, Mayıs ayında gölden yeni numuneler alarak yeni analizler gerçekleştireceklerini belirtti.
Yaklaşık 250 kilometre uzunluğundaki Vostok Gölü’nden alınan ilk numuneleri taşıyan Rus araştırma gemisi Akademik Fyodorov, Mayıs 2012’de St. Petersburg kentine ulaşmıştı. 50 kilometre genişliğinde ve 800 metre derinliğindeki Vostok Gölü, Antarktika’daki kendisi gibi 145 yeraltı gölünden de tamamen izole olmasıyla çok farklı bir jeolojik ve coğrafi özelliğe sahip.

‘OLAĞANÜSTÜ CANLILAR’
Vostok Gölü’nün çoksayıda organizmaya ev sahipliği yapma olasılığını artıran bir diğer özellik, gölün oksijene aşırı doymuş olması. Göldeki oksijen oranı, dünyadaki tatlı su gözllerindeki oksijen oranının neredeyse 50 katı.
Gölün özellile mineral zengini derinliklerinde yeni canlı türleri bulmayı uman araştırmacılar, bu canlıların ‘olağanüstü şartlara uyum sağlamayı başarmış’ olacağına dikkat çekti.

40 YILLIK ÇALIŞMA
Ruslar, Vostok Gölü’nün dibinde bulunan ve 40 yıldır faaliyet gösteren Vostok İstasyonu’ndaki çalışmalarının meyvelerini uzun yıllar sonra toplamaya başladı. Araştırmacılar, Vostok Gölü’nün üzerini örten kilometre kalınlığındaki buzul tabakanın, en az 1 milyon yıllık olduğunu tahmin ediyor.
Yıllar boyunca yer yer Mars’taki soğukları bile aşan hava sıcaklıklarında (-72 civarı) çalışan Rus bilim insnaları, Vostok Gölü’ndeki sondajı sürdürebilmek için büyük zorluklara katlandı.
Gereken yakıt ve gıda, 1500 km’lik mesafelerden getirilirken, kara üzerinde traktörlerle getirilen malzemeler teknik arızalar nedeniyle sık sık gecikmelere neden oldu. Rus araştırmacılar, Vostok Gölü’nü ve sakladığı potansiyelini ilk keşfedenler olarak, uzun çalışmalar sonucunda bilim dünyasına milyonlarca yıldır saklanan bulgular sunmaya başladı.
Antarktika, dünyanın sahip olduğu temiz su kaynaklarının yüzde 70’ini barındırıyor. Bu suyun yüzde 90’ı, Doğu Antarktika buzulunda yer alıyor.

Tassili N’Ajjer

Tassili NAjjer kapak

Afrika’nın kuzeyinde sahranın tam kalbinin ortasında hayattan, canlıdan neredeyse yoksun, bir zamanlar bir medeniyet barındırmış gizemli avcı ve hayvan resimleriyle dolu.
Bir zamanların verimli toprakları Tassili’nin altında, devrilmiş kayalardan bir takımada Sahra’nın kumlu okyanusunda uzaklara doğru uzar.
Tassili N’Ajjer günümüzde macera perestlerin ve zenginlerin uğrak yeri. Zeminin ısısı 70  ‘yi  aştığı bu topraklarda ilerleyerek Cezayir’in  muhteşem Tassili dağlarına ulaşır. Gittikleri yer, dağlık bir akan olmamasına rağmen deniz seviyesinden 2250 metre yükseklikte bulunmaktadır. Daha doğrusu burası için sayısız koyak ve vadiye bölünüp ayrılarak, yalın kayaların ve uçurumların kargaşasında bulunan 640 km lik bir kum taşı platosudur.
tassili-najjer-01
Heybetli tepeler Sahra’nın nehir ve göller ülkesi olduğu dönemde sular, Tassili N’Ajjer kayalarına ilginç biçimler verdi.
Hemen her parçanın birbirine benzediği , birbirine benzemeyen pek az şeyin bulunduğu bu topraklar ayrı bir güzelliğe sahiptir. Bu topraklarda beklide en iyi olacak kabul edilebilecek olay güneşin alev kırmızı ve moruyla buluşarak, kumun üzerinde oluşturduğu mavi gölgeleri gün doğumunda izlemektir. Günün daha o erken saatlerinde aşınmış olan bu kayalar, sanki bir masaldaymış gibi bir dokunuşla gökdelenlere, katedrallere, kule ve bacalara dönüşür.
Bu kayalara, bu topraklara hayat veren hayranlık uyandıran çizimleri yapan sanatçı, kum yüklü rüzgar olsa bile, asıl mimar hep su olmuştur. Sanki bir savaşta savaşırmışçasına hücum eden sel suları sarp kayaları çatlak yerlerinden ayırarak, koyakları oyup sığ mağaralar oluşturdu.
Sahra çölü daha nemli bir iklime sahipti. Şu anda çölün güney sınırında bulunan kuru, kum dolu vadi ve boğazlardan önceleri nehirler akar ve göller bu topraklara bereket katardı. Şimdilerin çölü olan bu toprak daha önce yemyeşil kırlarla kaplıydı. Kuraklaşma çok yavaş işleyen bir olaydır; bu topraklar önceki zamanlardan bugüne kurak olsa da Tassili N’Ajjer’in kelime anlamı “ırmaklar platosu”dur.
Sulak günlerden bu yana ısrarla hayatta kalan; su arayışındaki kökleri, kayaların arasına sokulmuş budaklı sevki ağaç grupları vardır. Bu selvi ağaçlarının 3000 yaşında olduğu tahmin edilmekte ve bunlar türlerinin  sonuncularıdır; çünkü gelişebilecek tohumlar üretseler bile, toprak bu yeni humlara hayat verebilecek güce sahip değildir ve filizlenme için fazlasıyla çoraktır. Daha canlı bir geçmişten sağ kalan bir başka hayvan ise çorak habitatını, çöl iklimiyle başa çıkabilen yuvaların mimarı kuyrukkakanlar ve çöl sıçanları ile paylaşan kıvrık kocaman boynuzlarıyla, vahşi dağ koyunlarıdır.
tassili_n_ajjer03
Buna karşılık, bir zamanlara plato bambaşka bir faunayı barındırıyordu. Zürafa, antilop, su aygırı, aslan ve filler hatta sığır ve keçileri güden erkek ve kadınlar vardı.  Bunların bir bölümü, kumdan çıkarılan antik hayvan kemiklerinden öğrenildi fakat daha fazlası, Tassili N’Ajjer’in harikulade kaya oluşumları ve yüksek uçurumları arasında bulunan çeşitli hayvan ve insan figürlerinin kolayca seçilebildiği duvar resimleriyle çürütülemez ve benzersiz kanıtlar olarak ortaya çıkar.
HAVA SOĞUTMALI YUVA
Tassili N’Ajjer’in açıkgöz sakini, beyaz taçlı siyah kuyrukkakan, soğutma sistemli bir yuva yapar. Bu serçe büyüklüğündeki kuş, çıplak bir kaya üzerine yuva yaparsa, yumurtaları kavurucu sıcakta pişecektir. Bu nedenle iri bir kayanın gölgesine çakıl taşından bir tümsek yapar; sonra tümseğin tepesindeki boşluğa ince dallardan bir yuva inşa eder. Döşenmiş olan çakıllar yerden gelecek sıcaklığı yalıtıp taşların arasından rüzgârı üfleyerek soğutucu görevini görecektir. Dahası, bu çakıl taşları geçirgen kum taşları olduğundan ve soğuk çöl gecelerinde oluşan şebnemi içlerine çektiklerinden, bu şebnem gündüzleri buharlaşarak yuvayı soğutur.
Tassili N’Ajjer’de Yaşamış Bolluk Ülkesi
Tassili N’Ajjer geçmişte büyük bir krallığa ev sahipliği yapmıştı. Tassili N’Ajjer’deki yaşam ve ölüm öykülerini bize en kestirme ve hızlı biçimde, kaya yüzeyleri ile mağaralardaki resim ve oymalar anlatır. Sahra’nın göçebe Tuareg halkının, Tassili sanatından her zaman haberi vardı; ama Fransız kaşif ve etnolojist Henri Lhote, 1950lerde asistanlarıyla birlikte 2 yıl içinde binlerce kopya çıkarıp, fotoğraf çekene dek, dünya bu konuda pek az şey biliyordu. Resimlerin bir çoğunun, yoğun bir canlılık, çizgi tasarrufu, dahice bir renk duyusunu paylaşmasına karşın, stilleri ve temaları onları oldukça farklı dönemlere ait kılar. Belki de en erken MÖ 6000-4000 arasında yapılmış olan bu resimler, o zamanlar çok daha yeşil olan sahra hayvanlarından fil, bufalo, su aygırı ve büyük boynuzlu vahşi koyunları avlayan yada kabile ritüelleri için tören elbisesi giymiş bir takım siyahi insanları betimler. Bu resimlerin aralarında devasa boyutlarda beyaz yaratıklarla, yarı insan yarı hayvan belki tanrıyı temsil edenleri de vardır. MÖ 4000 ve 1500 arasında yapıldığı tahmin edilen ikinci grup resimler, aralarında zürafa ve deve kuşlarının bulunduğu, uzun boynuzlu, alacalı sığır sürüleriyle ilgilenen köylü insanları konu alır. Bir ziyafet, düğün, hayvan derisi altında uyuyan çocuklar ve un yapmak için buğday döven bir kadın resmi de bunlara eklenmelidir. Ancak, yaklaşık MÖ 1500 ve 300 yılları arasını kapsayan üçüncü dönemle birlikte, Sahra şimdiki kadar kuru bir hal aldı ve yeni insanlar gelmişti. Dörtnala giden iki ve üç atlı savaş arabaları süren zırhlı askerlere benziyorlardı, ancak istilacı, müttefik ya da Firavun’un gazabından kaçan bir Akdeniz ordusu olup olmadıkları belirsizdir. MÖ 200-100 civarında giderek yok olan at resimlerinin yerini çocuksu deve çizimleri almıştı. Bundan sonra da çizimlere rastlanmadı. Geriye kalan, dayanılmaz bir meraktı. Resimleri yapan insanlara ne olmuştu? Toprak çoraklaştıkça insanlar güneye mi göç etti, yoksa yok mu oldular? Belki asla bilemeyeceğiz.

13 Nis 2013

Deniz neden turuncu oldu?

Küçükkuyulular güne daha önce görmedikleri bir manzarayla uyandı.
İlgili video: http://LnkIt.tk/aMHxw6
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesine bağlı Küçükkuyu beldesinde kilometrelerce mesafelik bir alanda denizin renginin turuncu olması vatandaşlar tarafından şaşkınlıkla karşılandı.

Sabah saatlerinde sahil kesiminde başlayan turuncu renk istilası vatandaşlar arasında merak uyandırdı.

Küçükkuyu Sahil Güvenlik ekipleri tahlil ettirmek için deniz suyundan numuneler aldı. Edremit Körfezinde bazı alanlarda da görülen denizin renk değiştirme olayının RED TİDE (kırmızı gelgit) olayı olduğu anlaşıldı.

RED TİDE (KIRMIZI GELGİT) NEDİR?
Bu biyolojik oluşum, genellikle ilkbahar ayları sonu veya yaz aylarında sıcak sularda görülüyor. Çoğunlukla bazı canlı türlerinin zaman zaman oluşturduğu sürüler tarafından oluşturuluyor. Bu sürüler bulundukları suya kırmızı bir renk veren ve öldürücü bir etkiye sahip olan toksin salgılıyorlar. Bu toksinlerin yoğunluğuna göre su renk değiştiriyor.

12 Nis 2013

Coğrafya'nın Prensipleri                                                                                  


Coğrafya'nın kullandığı üç temel prensibi vardır. Bunlar; dağılış, ilgi ve bağlılık ile nedensellik'tir.Coğrafyacı araştırmalarını bu üç temel prensibe göre yaparak ortaya koyar.

1. Dağılış Prensibi: Bu prensip coğrafyanın en önemli prensibidir. Coğrafya araştırmalarına neden olan konuların belirli bir alandaki yayılışı ve bulunuş biçimleri, dağılış olarak ifade edilir. Buradaki alan bir yöre olabileceği gibi, havza, bölüm, bölge, ülke, kıta ve hatta dünya olabilir.

Dağılışı gösterilecek olan konu ise; bitki örtüsü, yer şekilleri, sıcaklık, yağış, nüfus, tarım alanları, sanayi kuruluşları gibi daha pek çok veri olabilir. Bu verilerden bir kısmı yeryüzünün doğal özellikleridir. Diğer bir kısmı ise insan etkinlikleri sonucu ortaya çıkmış eserlerdir.

Coğrafyada bir konunun veya olayın dağılışı belirtilirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta yayılış biçimlerinin ayrı ayrı ifade edilmesidir. Örneğin tarım alanlarının Türkiye'deki dağılışı yapılırken önce yatay dağılış belirtilir. Bu dağılış harita üzerinde gösterilir. Haritaya bakıldığı zaman Türkiye'deki tarım alanlarının nerelerde bulunduğu, ne kadar yüzölçümü kapladığı hakkındaki bilgiler anlaşılabilir. Dağılışın belirtilmesi gereken başka bir özelliği ise dikey dağılıştır. Bu Özellik, eşyükselti eğrilerinin bulunmadığı, haritalarda gösterilemez. Eğer bir coğrafî bilginin yatay dağılışı yanında dikey dağılışının da gösterilmesi isteniyorsa, uygun aralıklarla eşyükselti eğrilerinin çizilmesi gerekir. Coğrafya araştırmalarında yatay dağılış kadar dikey dağılış da önemlidir. Örneğin Akdeniz, Ege denizi ve Karadeniz kıyı yörelerinde ormanlar hemen denizin kenarından başlar, Buna karşılık diğer bölgelerde orman alt sınırı çok daha yükseklerden (1000-1200 m.) başlamaktadır. Dağılışın üçüncü özelliği ise zamanda dağılıştır. Zamanda dağılışın gösterilebilmesi için veriler zaman bölümlerine (yıl, ay, gün gibi) ayrılarak ifade edilir. Zamanda dağılış genellikle grafiklerle ifade edilir.

 
2. İlgi ve Bağlılık Prensibi: Coğrafyanın konusu olan her olay veya olgu, başka bir olay veya olgu ile ilgilidir. Türkiye'de tarım alanlarının dağılışı ile alüvyal ovalar ve alçak platolar arasında yakın bir ilgi vardır. Çünkü Türkiye'deki tarımın önemli bir kısmı bu araziler üzerinde yapılmaktadır

Kültür bitkilerinin ekim alanlarıyla oradaki iklim özellikleri arasında yakın bir ilgi vardır Çünkü her bitkinin yetişip olgunlaşabilmesi, meyve verebilmesi için yıl içinde belirli devrelerde belirli ölçüde suya ve sıcaklığa ihtiyacı vardır. Bünyesinde bol miktarda su bulunduran muz meyvesi en hafif don olayından bile etkilenir. İşte bundan dolayı muz, kışları ılık geçen Akdeniz ikliminde yetişir. Yani muz ekim alanlarıyla kışları ılıman geçen İklim arasında yakın bir ilgi vardır

3. Nedensellik Prensibi: Her bilimde olduğu gibi coğrafyada da "neden" sorusu sık sık sorulur Bu sorunun cevabı mutlaka verilmelidir. Çünkü her şeyin bir nedeni vardır. Ülkemizdeki tarım alanları örneği ele alınarak nedensellik prensibi şöyle açıklanabilir: Ege Bölgesi'ndeki vadi tabanı düzlüklerinde ve çöküntü ovalarında pamuk tarımı önemli yer tutar. Buna karşılık Doğu Anadolu Bölgesi'nin vadi tabanlarında ve çöküntü ovalarında (Iğdır Ovası hariç) bu bitki yetişemez. Bunun nedeni, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki yaz sıcaklıklarının bu bitkinin yetişmesi için yeterli olmamasıdır, Akdeniz ve Ege bölgelerinde yetişen turunçgillerin Doğu Anadolu Bölgesi'nde yetişememesinin nedeni de şöyle açıklanır; Turunçgil meyveleri bünyelerinde bol su bulundururlar. Onun için kış soğuklarında donarlar. Ayrıca turunçgil ağaçları da şiddetli karasal iklimin kış soğuklarına karşı dayanıklı değildir.

Coğrafyanın yukarıda belirtilen dağılış, nedensellik, ilgi ve bağlılık prensipleri, sadece coğrafyanın kullandığı (patenti coğrafyaya ait olan) prensipler değildir. Günümüzde bütün bilimler birbiriyle içice girmiş durumdadır. Büyük projeler çeşitli alanlara mensup kişilerden oluşan araştırmacılar grubu tarafından yürütülmektedir. Onun için günümüzde nedensellik prensibinin sadece coğrafyaya ait olduğunu söylemek bilimsel düşünceye aykırıdır, Böyle bir iddia ancak günümüz dünyasında bilimsel düşünceyi iyi kavrayamamanın bir ürünü olabilir. Hiç bir bilim düşünülemez ki "neden" sorusunun cevabını bulmaya çalışmasın. Onun için nedensellik prensibi sadece coğrafyaya özgü bir prensip değildir. Bütün bilimlere aittir. Dağılış prensibi de yine birçok bilim tarafından kullanılır. Toprak haritasını yapmayan yani toprakların dağılışını göstermeyen bir toprak bilimi düşünülemez. Aynı durum jeoloji ve diğer pek çok bilim için de geçerlidir. Bu nedenle prensipler dikkate alındığında, coğrafyanın diğer bilimlerden farkı, yukarıda belirtilen prensiplerin sadece kendisine ait olması değil, bu üç prensibi birlikte kullanmasıdır. 
Kaynak Resim: http://www.montrealgazette.com/7482440.bin
Kaynak Resim 2 : http://www.utepprintstore.com/world-map-wallpaper-for-anyone-who-loves-geography/world-map-wallpaper-3d/
Kaynak: http://www.turkcebilgi.org/bilim/cografya/cografyanin-prensipleri-32378.html

Comparison of Galapagos Islands and Madacascar Islands


Galapagos islands are located in Pasific Ocean where two plate meets. The Nazca Plate is diving under South America Plate in there and this situation causes volcanic activities in this area so this is caused Galpagos hot spots in Pasific Ocean where west of South America Continent. The group consists of 13 main islands, 3 smaller islands, and 107 rocks and islets. The islands are located at the Galapagos  Triple Junction. The archipelago is located on the Nazca Plate (a tectonic plate), which is moving east/southeast, diving under the South American Plate at a rate of about 2.5 inches (6.4 cm) per year. It is also atop the Galapagos hotspot, a place where the Earth's crust is being melted from below by a mantle plume, creating volcanoes. The first islands formed here at least 8 million and possibly up to 90 million years ago.  Mid-oceans ridges are located at the edges of plates moving away from one and other. One such mid-ocean ridge, the Galapagos Spreading Center, is located just north of the Galapagos archipelago. Mid-ocean ridges are often offset by fracture zones or transform faults. One of the best known is the Galapagos tortoise, which lives on seven of the islands. It has an average lifespan of more than 150 years.
The Marine Iguana is also extremely unusual, since it is the only iguana adapted to life in the water. Land iguanas, lava lizards, geckos and other harmless snakes can also be found in the Islands. The large number and range of birds is also of interest to scientists and tourists. Around 56 varieties live in the archipelago, of which 27 are found only in the Galápagos. Some of these are found only on one island.
The most outstanding are penguins, which live on the colder coasts, Darwin's finches, frigatebirds, albatrosses, gulls, boobies, pelicans and Galapagos Hawks, among others. TheFlightless Cormorant, a peculiar bird which has lost the ability to fly, is also part of this rich fauna.
On the larger Galapagos Islands, four ecological zones have been defined: coastal, low or dry, transitional and humid. In the first, species such as myrtle, mangrove and saltbush can be found.

Madacascar Island is located in South-Wester shore of Africa Continent in Indian Ocean. This island is 4th largest island in the World. The island is created by seperating from African Continet because of movements of East African Rift. Islands separated from the continent made ​​up of many geological periods are usually close to us. For example, the island of Great Britain in continental Europe, Asia and the islands of Sumatra and Borneo, the fourth time, the island of Madagascar separated from Africa in the middle of the second time. Some of the continent's land surface lowering of the separation of continents, seas rise, or cause mold over the continent. As a result of disintegration of the old continent, these islands may occur. As of 2012 it has over200 extant mammal species, including over 100 species of lemurs, about 300 species of birds, more than 260 species of reptiles, and at least 266 species of amphibians. The island also has a rich invertebrate fauna including earthworms, insects, spiders and nonmarine molluscs.
Madacasgar Island is very rich about flora and fauna. If we compare to Galapagos Island, it is beter because of climate of madacascar and also it is very large(4th) island. Because of this reaosns madacagar is richer than Galapagos islans about animal and plant diversity.Lemurs have been characterized as "Madagascar's flagship mammal species" by Conservation International. In the absence ofmonkeys and other competitors, these primates have adapted to a wide range of habitats and diversified into numerous species. As of 2012, there were officially 103 species and subspecies of lemur, 39 of which were described by zoologists between 2000 and 2008. They are almost all classified as rare, vulnerable, or endangered. At least 17 species of lemur have become extinct since man arrived on Madagascar, all of which were larger than the surviving lemur species.
A number of other mammals, including the cat-like fossa, are endemic to Madagascar. Over 300 species of birds have been recorded on the island, of which over 60 percent (including four families and 42 genera) are endemic. The few families and genera of reptile that have reached Madagascar have diversified into more than 260 species, with over 90 percent of these being endemic (including one endemic family).The island is home to two-thirds of the world's chameleon species,  including the smallest known, and researchers have proposed that Madagascar may be the origin of all chameleons. Endemic fish of Madagascar include two families, 14 genera and over 100 species, primarily inhabiting the island's freshwater lakes and rivers. Although invertebrates remain poorly studied on Madagascar, researchers have found high rates of endemism among the known species.

More than 80 percent of Madagascar's 14,883 plant species are found nowhere else in the world, including five plant families. There are several endemic families including the Asteropeiaceae, Sarcolaenaceae and Sphaerosepalaceae. The humid eastern part of the island was formerly covered in rainforest with many palms, ferns and bamboo, although much of this forest has been reduced by human activity. The west has areas of dry deciduous forest with many lianas and with tamarind and baobabs among the dominant trees.Subhumid forest once covered much of the central plateau but grassland is now the dominant vegetation type there. The familyDidiereaceae, composed of four genera and 11 species, is limited to the spiny forests of southwestern Madagascar.
Four-fifths of the world's Pachypodium species are endemic to the island. Three-fourths[ of Madagascar's 860 orchid species are found here alone, as are six of the world's eight baobab species. The island is home to around 170 palm species, three times as many as on all of mainland Africa; 165 of them are endemic. Many native plant species are used as herbal remedies for a variety of afflictions. The drugs vinblastine and vincristine, used to treat Hodgkin's disease, leukemia and other cancers, 



Emre Duman

11 Nis 2013

Tarih Kokan Şehir ‘Krakow’

                                       
Doğu Avrupanın renkli ülkesi Polonya’nın en güzel şehri olan Krakow’a ufak bi yolculuk yapalım. Öncelikle Polonya’nın konumunu anlatmak gerekirse ; Doğu Avrupa’da, kuzeyinde Baltık Denizi, Litvanya ve Rusya; doğusunda  Belarus ve Ukrayna; güneyinde Slovakya ve Çek Cumhuriyeti; batısında da Almanya bulunur. Krakow , Polonya’nın güney batısında Çek Cumhuriyeti ile Slovakya sınırına yakın bulunan şirin bir Avrupa şehridir. Şehir Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde olduğu gibi nehir kenarına kurulmuştur. Kurulduğu nehir Polonya’nın en uzun nehri olan Visla nehridir.
Krakow turistik açıdan Polonya’nın en önemli kentidir ve Avrupa genelinde de önemli bir yere sahiptir. Krakow’un bu denli önemli olmasının temel nedeni Polonya’nın kültürel başkenti olmasıdır çünkü Krakow’ Polonya’ ya tarih boyunca başkentlik yapmış bir şehirdir. Daha sonra ise başkent Varşova’ ya taşınmıştır. Tarihi yapısı tamamiyle korunmuş olan Krakow turistlerin oldukça ilgisini çekmesini sağlamıştır ve senelik 8  milyondan fazla turist Krakow’u ziyaret etmektedir. Polonya'nın en önemli turizm noktası olarak kabul edilen Krakow, kiliselerin tüm ihtişamıyla göğü süslediği bir kenttir. Büyleyici Ortaçağ atmosferiyle, UNESCO'nun en önemli 12 tarihi yerlerinden biridir. Eski Kent (Old Town)'teki Pazar Meydanı (Market Square), Ortaçağ'ın büyülü havasını günümüze taşır. Burada bulunan Wawel Katedrali ve Wawel Kraliyet Kalesi, kentin bu yönüyle en önemli eserleridir.  Krakow da bulunan tarihi yapıları şöyle sıralayabiliriz. Rynek Glowny (şehrin ana meydanı) - Kazimierz (musevi mahallesi) - Zamek Krolewski (kraliyet sarayı) - Synagoga Izaaka (sinagog) - Kosciol Mariacki (kilise) - Stara Synagoga (eski sinagog) - Katedra Wawelska (katedral) - Brama Florianska ( tarihi şehir kapısı) - Kopiec Kosciuszki anıtı - Sukiennice (tarihi çarşı binası) - Oskar Schindler Fabrikası - Wieza Ratuszowa (idare binası ve kulesi) - Adam Mickiewicz anıtı - Florian Kapısı - Fransiskan Manastırı . Ayrıca Krakow’da bulunan tarihi Yahudi mahallesi de önemli mekanlardandır.
Krakow ulaşım açısından oldukça rahat olan bir şehirdir. Trenyolu ağı oldukça gelişmiştir ve birçok yere trenle çok rahatça gidilebilir. Havalimanı da gelişmiş olan şehre ülkemizden direk uçuş olamasa da aktarma ile çok rahat havayolu ulaşımı sağlanabilir. Ayrıca ucuz havayolu ile avrupanın birçok çok yerine rahatça ve çok ucuz gidilebilir. Bazı arkadaşlarım 1 Euroya Stockholm ‘e uçak bileti bulmuşlardı. Şehir içinde ise hemen hemen heryerde tramvay bulunur.
Sadece tarihi açıdan değil çevresinde bulunan turistik mekanlar açısından da Krakow önemli bir yere sahiptir. Çevresindeki turistik yerlerin merkezinde bulunması da Krakow’un önemini arttırmaktadır. Bu yerlerden bahsedecek olursak ilk olarak; Wieliczka tuz madenini söyleyebiliriz. Krakow yakınlarında bulunan madenin en önemli özelliği Dünya’nın en eski madenlerinden birisi olmasıdır. Diğer önemli bir yer ise Krakow’a yaklaşık 60 km uzaklıkta olan ,2.Dünya Savaşı sırasında Nazilerin oluşturduğu Auschwitz-Birkenau Yahudi Toplama kamplarıdır. Bu kamplarda 1 milyondan fazla Yahudi çeşitli işkencelere maruz kalarak Naziler tarafında katledilmiştir. Son olarak da turistik yer olarak Zakopane’ı söyleyebiliriz. Burası Krakow’un güneyinde dağlık alanda bulunan bir yerleşmedir ve kış turizmi açısından oldukça önemlidir.
Birgün yolunuz Polonya’ya düşerse Krakow’ a gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.

Emre DUMAN




Google Earth'e rakip geliyor



İran İletişim ve Teknoloji Bakanı Muhammed Hasan Nami, 'Basir' adında Google Earth benzeri bir harita programı geliştireceklerini bildirdi.
Nami, 1996 yılında kurulan ve 2 bin terabaytlık bir veri merkezine sahip olan Google Earth'ün, dışarıdan basit bir hizmet sitesi olarak görünse de aslında batılı istihbarat servislerinin bilgi sağlayıcısı olduğunu iddia ederek, bunun karşılığında İran'ın başlattığı Basir isimli "harita ve konum belirleme programı" projesini 4 ay içinde sonuçlandıracaklarını belirtti.
Google Earth ile Basir arasındaki farklara değinen Nami, "Google Earth ve Wikipedia gibi batı menşeli sitelerin gerçek amaçları, diğer ülkelerin bilgilerini ele geçirerek bunun üzerinden gelir elde etmektir. Biz geliştirmekte olduğumuz Basir projesi sayesinde, bütün ülkelere İslami bakış açısıyla hizmet sunmayı amaçlıyoruz. Sitede yer vereceğimiz bilgilerle, maddi kar amacı gütmeksizin dünya halkını hakikate yaklaştırmayı hedefliyoruz" dedi.